Ne kadar gözümüzden sakınsak ta, bebeklerimiz, çocuklarımız bazen hastalanıyorlar. Aslında bağışıklık sistemleri henüz mikropları tanımıyor. O nedenle, ilk yıllarda özellikle anne sütü alamadılarsa veya yuvaya, okula başlayıp kalabalıklar içine girdiklerinde sık hastalanabiliyorlar. Büyüdükçe, bağışıklık sistemleri de gelişip onları dış etkenlere karşı daha korunaklı hale getiriyor.

Ne kadar gözümüzden sakınsak ta, bebeklerimiz, çocuklarımız bazen hastalanıyorlar. Aslında bağışıklık sistemleri henüz mikropları tanımıyor. O nedenle, ilk yıllarda özellikle anne sütü alamadılarsa veya yuvaya, okula başlayıp kalabalıklar içine girdiklerinde sık hastalanabiliyorlar. Büyüdükçe, bağışıklık sistemleri de gelişip onları dış etkenlere karşı daha korunaklı hale getiriyor.

BAL

Bal, besleyici ve doğal bir gıda olarak kabul edilmesine rağmen 1 yaşın altındaki bebeklere verildiğinde gıda zehirlenmesi gibi bazı sorunlara yol açabilmektedir. Bal, bebeğin tam olarak gelişmemiş sindirim sisteminde üreyebilen, nadir görülmekle birlikte ölümle sonuçlanabilecek bir hastalık olan bebek botulizmine neden olan Clostridium botulinum adlı bakterinin sporlarını içerebilir. Bu sporlar, yetişkinler ve 1 yaşından büyük çocuklar için genellikle zararsızdır çünkü bağırsakta doğal olarak bulunan mikroorganizmalar, bu bakterinin çoğalmasını engellemektedir.

Bakterinin ürettiği toksin (zehirli madde), ısıya duyarlı olsa da sporları öldürmek zordur. Ancak tüketime hazır kahvaltılık tahıllar ve bebek besinleri gibi bal içeren ticari gıdalar, sporların öldürülmesi için yeteri kadar ısıtıldıklarından dolayı bebeklerin tüketimi için güvelidir.

Genel belirtileri; kabızlıkla beraber kas güçsüzlüğü, iştahsızlık, emme güçlüğü, çenede gevşeklik, ağlama ve uyuşukluktur. Bebek bal yedikten 8-36 saat sonra, bu belirtilerin görülmesi durumunda doktora başvurulması gerekir.

- Alerji/Gıda İntoleransı

Alerji

Alerji, bireylerin duyarlı olduğu maddeye temas etmesinin ardından vücut tarafından verilen olumsuz reaksiyondur. Alerji etmeni madde solunduğunda, yendiğinde, enjeksiyonla alındığında ya da bu maddeye dokunulduğunda astım, egzama ya da bahar nezlesi gibi vakalar ortaya çıkabilir.

Gıda alerjisi

Bebeklerde ve küçük çocuklarda; özellikle süt ve süt ürünleri, yumurta ve sert kabuklu meyve (fındık, ceviz, vs.) alerjileri görülebilir. Ayrıca çocuk büyüdükçe polen, mayt, polyester ve evcil hayvan tüyleri alerji etmeni olabilir. Bununla birlikte pek çok çocuk, az sayıda alerjene karşı duyarlıdır.

Alerjen madde; çocukların, bir gıdaya geç alerjik reaksiyon gösterdiği durumlarda bir eleme yöntemi izlenerek bulunur. Doktorlar; anne babaları, çocuğun diyetinde yer alan çeşitli gıdaları çıkararak alerji etmenini bulma yöntemi izleyen bir diyetisyene yönlendirir. Çocukta gözlenen belirtiler, diyetisyen tarafından incelenir ve belirtilerin ortaya çıkıp çıkmayacağının görülmesi için şüpheli alerjen çocuğun diyetine yavaş yavaş yeniden eklenir.

Çocuklarda gıda alerjisi tespit edildiğinde, doktorun ya da diyetisyenin alerjen gıdadan uzak durulması yönündeki tavsiyesini dinlemek gerekir. Orta dereceli alerji durumunda çocuklar, pişmiş ürünlerin içinde tüketilen yumurta gibi alerjenleri tolere edebilirken; şiddetli alerjisi olan çocukların, alerjen içeren tüm gıdalardan uzak durması gerekmektedir. Alerji durumunda tüm öğünlerin detaylı şekilde planlanması, zamanla çocuk için doğru besinlerin bulunmasına yardım eder. Başlangıçta özel bir diyetin uygulanması zor olsa da çocuk için uygun olan ürünler, beslenme uzmanı ya da doktor yardımıyla öğrenildikten sonra çocuğun diyeti çeşitli, besleyici ve lezzetli olur.

Alerjik çocukları olan ebeveynler için gıda etiketlerini okumak günlük hayatın bir parçası olmalıdır. Alerjen gıda, farklı ürünlerin içinde farklı şekillerde olabilir. Örneğin süt alerjisi olan bir bebeğin anne babası, sodyum kazeinat veya peynir altı suyu içeren bir besinden uzak durmalıdır. Çünkü bunlar da sütten elde edilen maddelerdir.

Alerjik reaksiyon

Alerjik çocuklar, alerjen olarak tanımlanan maddenin protein kısmını tükettiğinde vücut bu maddeye tepki verir ve bağışıklık sistemi, immunoglobin E (IgE) adı verilen bir antikor üretir. Vücuttaki IgE, alerjik proteini içeren herhangi bir maddenin çocuk tarafından solunması, yenmesi ya da bu maddeye dokunulması durumunda yüksek oranda histamin içeren hücrelere sinyal gönderir. Bu sinyal, hücreleri histaminin salgılanması yönünde uyarır ve çocukta alerji belirtileri (gözlerde ve burunda kaşıntı ve sulanma, ciltte döküntü ve kabarma) ortaya çıkar.

Nefeste hırıltı, nefes alma güçlüğü ya da kan basıncında düşüş gibi şiddetli reaksiyonlar, hayati tehlike oluşturabilmekte ve anafilaksi olarak bilinmektedir. Çocuğun şiddetli alerjik reaksiyon verdiğinden şüphelenildiği durumlarda bir an önce doktora başvurulması gerekir.

Bazı çocuklar, gıdalara geç reaksiyon verir. Bağışıklık sisteminin reaksiyonda gecikmeye neden olan kısımları, hemen reaksiyon verilmesine neden olan bölümlerden farklıdır ve bunlar hakkında daha az bilgi mevcuttur.

Alerjinin nedenleri

Alerjiye ya da atopiye yatkınlık, genellikle ebeveynlerin birinden ya da her ikisinden kalıtsal olarak geçmekle birlikte aile bireylerinin alerjik olduğu maddeler farklı olabilir. Ailesinde bu tür durumlar olan bebeklerde bahar nezlesi veya astım görülmeden önce egzama gelişebilir ve bebek, belirli gıdalara karşı alerjik olabilir.

Kirli ortamlar ya da evlerin eskisinden daha temiz olması ve daha az mikroorganizma bulundurması; çocukların alerjenlere karşı kendi savunma sistemlerini geliştirme şansının azalmasına yol açacağından, alerjilerin yaygınlaşmasına neden olabilir.

Alerjinin saptanması, her zaman kolay değildir. Örneğin, bebeğin hırıltılı nefes almasının nedeni soğuk algınlığı olabilir. Bu durum genellikle bir alerji belirtisi değildir ve birçok bebeğin hırıltılı nefes almaya yatkınlığı vardır. Bununla birlikte çocukların 3 yaşından sonra soğuk algınlığının ardından hırıltılı nefes almaya devam etmesi durumunda astım olasılığına karşı doktora başvurulması gerekir.

Alerji süresi

Küçük çocukların %20'sinden fazlası egzamadan, %6 ila %8'i de gıda alerjilerinden etkilenmektedir. Süt, erken çocukluk döneminde en yaygın gıda alerjenidir ve bebeklerin %2 ila %7'sini etkilemektedir.

Polen, evcil hayvan tüyü, küf ve maytlar çocuklar büyüdükçe daha etkili olabilir. Küf alerjileri, genellikle ilkbaharda ortaya çıkar, maytlar ise kış mevsiminde artar. Bu nedenle bunlara karşı gelişen alerjik reaksiyonlar, genellikle soğuk algınlığı gibi görünür. Yıl boyunca süren burun tıkanıklığı, genellikle maytlardan ya da evcil hayvanlardan kaynaklanır. 

Alerji, duyarlı olunan maddeye bağlı olarak büyük olasılıkla geçer. Süt ya da yumurta alerjileri, çocuk 3 yaşına gelmeden önce geçer. Ancak astım ya da bahar nezlesinin devam etme olasılığı vardır. Sert kabuklu meyve ve balık alerjileri, devam etme eğilimindedir ve bunlara karşı alerjik olan çocuklardan sadece %10 ila %20'sinin alerjisi geçmiştir.

Gıda İntoleransı

Bebekler bazen belirli gıdalara karşı intolerans geliştirebilir. İntolerans ve alerji terimleri genellikle karıştırılmaktadır. Belli gıdaları sindirme güçlüğü olarak tanımlanan intolerans, bağışıklık sistemiyle ilişkili olmadığı için alerjiden farklıdır. Bu durumda görülen belirtiler; karın ağrısı, kolik (gaz sancısı), şişkinlik, bağırsak gazı, ishal ve kusma olarak sıralanmaktadır. Bebeklerde en sık görülen gıda intoleransı, süt ya da laktoz intoleransıdır. Bu durum, genellikle mide bozulduktan sonra ortaya çıkmakta ve birkaç hafta sürebilmektedir.

Bebeklerde gıda intoleransından şüphelenildiğinde doktora başvurmak, sorunun bir an önce belirlenmesine ve önlem alınmasına yardım eder. Bağırsağın buğday proteini olan glutene tepki vermesi olarak tanımlanan çölyak hastalığı gibi diğer durumlar da benzer belirtilere yol açabilir. Ancak çölyak hastalığı, alerjik bir durum ya da bir gıda intoleransı değildir. Bu nedenle belirtiler görüldüğünde doktora başvurmak en doğru yaklaşım olacaktır.

Laktoz intoleransı

Laktoz intoleransı, süt ve süt ürünlerinde bulunan laktoz şekerinin sindirilememesi durumudur. Laktoz intoleransı, genellikle hatalı olarak "süt alerjisi" ya da "laktoz alerjisi" olarak ifade edilmektedir. Ancak bağışıklık sisteminin verdiği bir reaksiyonla ilişkili olmayan laktoz intoleransı bir alerji değildir. Laktoz intoleransı; vücudun, ince bağırsakta laktozu sindiren enzim olan laktazı yeterince üretememesinden kaynaklanmaktadır. Bu durum, laktoz içeren bir gıdanın tüketilmesinden sonra bulantı, şişkinlik, kramp ve ishal gibi belirtilerle ortaya çıkmaktadır.

Süt ve süt ürünleri ile bunlardan üretilen herhangi bir gıda da dâhil olmak üzere içinde laktoz bulunduran ve yaygın olarak tüketilen gıdalar laktoz intoleransına neden olabilmektedir.

Laktoz intoleransı belirtileri, bireyin sahip olduğu laktaz miktarı ve tükettiği laktoz miktarına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Laktoz intoleransı, bebeklerde sürekli ishal ve kilo almama sorunu gibi ciddi komplikasyonlara nadiren yol açmaktadır.

Laktoz intoleransı tedavisi

Vücudun ürettiği laktaz miktarını arttıracak bir tedavi yoktur. Bununla birlikte belirtiler, tedaviyle en aza indirilebilmekte ya da ortadan kaldırılabilmektedir. Laktoz intoleranslı bireyler, laktoz içeren gıdaları laktaz takviyeleri ile birlikte tüketebilmektedir. Bununla birlikte laktoz intoleransı olan bireylerin tüketimine yönelik çeşitli gıdalar da geliştirilmektedir. 

Alerji ve gıda intoleransında bebek besinlerinin rolü

Bebek besinleri endüstrisi, sağlıklı bebekler için üretilen formüllerin yanı sıra alerjik ve gıda intoleransı olan bebekler gibi özel beslenme gereksinimleri olanlar için de formüller üretmektedir. Doktorlar tarafından tavsiye edilen bu özel bebek formülleri soya bazlı, hipoalerjenik ya da laktozsuz olabilmektedir.

Özel gereksinimleri olan bebeklerin gösterdiği reaksiyonlar konusunda bilgi düzeyinin artması, özel formüllerin geliştirilmesini sağlamaktadır. Örneğin, inek sütü alerjisi olan bebeklerin protein alımını sağlamak için soya bazlı formüller geliştirilmiştir. Ailelerinde alerji geçmişi olan bebekler için hipoalerjenik formüller sunulmaktadır.

- Fenilketonuri

Fenilketonuri (PKU); bebeklerin, fenilalanin adı verilen aminoasidi doğru şekilde parçalama becerisinden yoksun olarak doğduğu, nadir görülen bir hastalıktır.


Fenilketonurinin nedenleri

PKU, anne ve babadan genler aracılığı ile bebeğe aktarılan kalıtsal bir hastalıktır. Çocuğun hasta olması için hem anne hem de babanın hastalığın taşıyıcısı olması gerekir. Bu durum, otozomal resesif özellik olarak adlandırılmaktadır.

Fenilketonurili bebeklerde, elzem bir aminoasit olan fenilalaninin yıkımı için gereken fenilalanin hidroksilaz enzimi eksiktir. Bu enzimin eksikliğinde, fenilalanin başka bir amino asit olan tirozine dönüştürülemez. Bunun sonucunda vücutta fenilalanin seviyesi artar. Bu durum, merkezi sinir sistemine zarar verir ve beyin hasarına neden olur.


Fenilketonurinin belirtileri

Fenilalanin, deri ve saç renginden sorumlu olan melanin pigmentinin üretiminde rol oynar. Bu nedenle PKU'lu bebekler, genellikle diğer bebeklerden daha açık bir ten ve göz rengine sahip olur.

Fenilketonurinin diğer belirtileri şöyle sıralanmaktadır:

• Zihinsel ve sosyal beceride gecikme

• Normalden küçük kafa boyutu

• Hiperaktivite

• Ani kol ve bacak hareketleri

• Zekâ geriliği

• Nöbet

• Ciltte döküntü

• Titreme

• Ellerin olağandışı şekilde konumlanması

PKU'nun tedavi edilmediği ya da fenilalanin içeren gıdalardan uzak durulmadığı durumlarda ağızdan, deriden ve idrardan "fare" ya da "küf" kokusu alınır. Bu alışılmamış koku, vücutta fenilalanin bileşiklerinin artmasından kaynaklanmaktadır.

Teşhis ve Tedavi

PKU, basit bir kan testiyle kolayca teşhis edilir. Test, genellikle bebek hastaneden ayrılmadan önce birkaç damla kan alınarak yapılır. İlk tarama testinde pozitif sonuç elde edildiği takdirde teşhisin doğrulanması için diğer kan ve idrar testlerinin gerçekleştirilmesi gerekir.

Fenilketonuri, tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavi, özellikle çocuk büyürken uygulanan, fenilalanin içeriği önemli oranda düşürülmüş bir diyeti içerir. Diyet, sıkı bir şekilde uygulanmak zorundadır. Bu beslenme yönetimi, bir diyetisyen ya da doktorun gözetimini ve ebeveynler ile çocuk arasında iş birliğini gerektirir. Yetişkinlik çağına kadar bu diyete devam eden bireyler, daha iyi fiziksel ve zihinsel gelişim gösterir. "Yaşam için diyet", birçok uzman tarafından tavsiye edilen bir standart hâline gelmiştir. Bu, gebelik öncesi dönemde ve gebelik boyunca özel bir önem taşımaktadır.

Süt, yumurta ve diğer yaygın gıdalarda önemli miktarda fenilalanin bulunur. Bir tatlandırıcı olan aspartam da fenilalanin içermektedir. PKU'lu bebeklerin aspartam içeren tüm ürünlerden uzak durması gerekir.

Doğumdan kısa süre sonra başlanan diyet, sıkı şekilde takip edildiğinde oldukça iyi sonuçlar elde edilmektedir. Hastalığın tedavi edilmediği ya da tedavinin geciktirildiği durumlarda beyin hasarı meydana gelir. Hastalık, fenilalanin içeren proteinlerden uzak durulmadığı takdirde 1. yaşın sonunda zekâ geriliğine yol açabilmektedir. Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu, hastalığın en sık rastlanan sonucudur.

Ebeveynlerin PKU taşıyıp taşımadığı, enzim analizi ile belirlenebilir. Fenilketonurili kadınların, gebelikten önce ve gebelik süresince düşük fenilalaninli bir diyetle beslenmesi çok önemlidir çünkü hastalıkla ilgili genler çocuğa geçmese bile fenilalaninin artması, hasara neden olur.

Fenilketonuride bebek besinlerinin rolü

Anne sütü veya bebek formülleri, fenilketonurili bebeklerin beslenmesinde bebeğin ihtiyaç duyduğu ve tolere edebileceği ölçüde, tedbirli şekilde kullanılır. Protein, normal büyüme ve gelişim için gerekli olduğundan bebekler, protein ve esansiyel besin ögesi içeriği yüksek ancak fenilalanin içeriği çok düşük olan ya da hiç fenilalanin içermeyen özel formüllerle beslenmek zorundadır.

Bebek besinleri endüstrisi, fenilketonurili bebeklerin ihtiyaçlarını karşılayacak nitelikte özel bebek formülleri üretmektedir. Bu ürünler, oldukça düşük fenilalanin içeriğine sahip olacak ve elzem aminoasitleri sağlayacak şekilde dengelenerek formüle edilmektedir.


- Çölyak Hastalığı

Çölyak hastalığı; ince bağırsağın, gluten adı verilen proteine karşı ömür boyu süren ve kronikleşen hassasiyetidir. Bu hastalığa sahip olan bireyler, gluten içeren gıdalar tükettiğinde bağışıklık sistemleri ince bağırsakta hasara neden olacak şekilde tepki verir. Başta buğday olmak üzere tahıllarda bulunan bir protein olan gluten; ilaçlarda ve vitaminlerde de yer alabilmektedir.

Çölyak hastalığı, her bireyi farklı şekilde etkilemektedir. Belirtiler, sindirim sisteminde ya da vücudun başka bir bölümünde ortaya çıkabilmektedir. Bir hasta, ishal ve karın ağrısı belirtileri gösterirken bir başkasında depresyon görülebilmektedir. Çabuk öfkelenme veya aşırı tepkisellik olarak tanımlanan irritabilite, çocuklarda en sık rastlanan belirtilerden biridir. Bazı kişilerde ise hiçbir belirti görülmez.

Bebeklerde çölyak hastalığı belirtileri şöyle sıralanmaktadır:

• Büyüme geriliği: Bebek, normal fiziksel gelişim göstermez

• Gastroözofagal reflü: Ağrı, aşırı tepkisellik, yemekten sonra ağlama, tükürme ve kusma ile ortaya çıkar

• İshal veya kabızlık

• Kötü kokulu dışkı

• Deri döküntüleri

• İrritabilite


Teşhis ve tedavi

Çölyak, genetik bir hastalıktır. Hastalığın teşhisi, kan testine ya da ince bağırsaktan alınan doku örneği analizine dayanmaktadır. Çölyak hastalığının tedavisi ise glutensiz bir diyettir. Diyetin sıkı bir şekilde uygulanması, düzleşen ince bağırsak yüzeyinin normal şeklini ve işlevini tekrar kazanmasını sağlar. Glutensiz sıkı bir diyet uygulandığı sürece genellikle bir sorun çıkmaz. Şikâyetlerin tamamen kaybolma süresi; ince bağırsaktaki tahribat derecesine, hastanın yaşına ve diğer faktörlere bağlı olarak değişebilir. Çölyak hastalığı, diyete uyulmaması ya da diyetin bırakılması hâlinde çok daha zor olan ağır hastalıklara neden olabilir.

Emzirme ve çölyak

Anne sütünün, çölyak hastalığını önlediğine dair kesin kanıtlar olmasa da bir araştırma, 4-6 ay veya daha uzun süre anne sütüyle beslenmenin, hastalığın önlenmesinde faydalı olabileceğine işaret etmektedir. Bu durum, anne sütünde bulunan antikorlardan kaynaklanmaktadır.

Çölyak hastalığında bebek besinlerinin rolü

Bebek besinleri endüstrisinin sunduğu ürün yelpazesi içinde, çölyak hastası bebeklerin tüketebileceği seçenekler de mevcuttur. Bunlar arasında pirinç içeren formüller, kolayca sindirildiği ve gluten içermediği için çölyak hastası bebekler için ilk tavsiye edilen besinlerdir.

- Dehidrasyon (Su Kaybı)

Bebeklerde görülen dehidrasyon, bebeğin vücudunun çok fazla sıvı kaybetmesi ya da yeterli sıvı alamaması anlamına gelir. Bebeklerde ve küçük çocuklarda yaygın görülen dehidrasyon, çözümlenmediği takdirde ciddi bir soruna dönüşebilmektedir.

Dehidrasyon belirtileri şöyle sıralanmaktadır:

• Ciltte ve dudaklarda kuruma

• Bebeğin başının üst kısmında yer alan yumuşak dokuda çökme

• Bebeğin bezinin normalden daha kuru olması

• Koyu sarı renkli idrar

• Gözlerde kuruma

• Uyuşukluk ve sersemlik

• Hızlı soluk alıp verme

• Ellerin ve ayakların soğuk olması ve lekeli görünmesi


Dehidrasyonun nedenleri

Bebeğin su kaybetmesine yol açan çeşitli nedenler vardır. 

Ateş: Ateş, su kaybının en yaygın nedenlerinden biridir. Bebekler, ateşlendiğinde terler ve vücutları, ciltten buharlaşan suyla kendisini soğutmaya çalışır. 

Yüksek sıcaklık: Bebekler kolayca terleyebilir ve güneş altında ya da sıcak bir günde su kaybedebilir. Basık ve aşırı sıcak bir odada bulunmak veya çok kalın giysiler giydirmek de terlemeye neden olabilmektedir.

İshal ve kusma: Gastroenterit gibi rahatsızlıklar, bebeklerde ishalden ya da kusmadan kaynaklanan bir su kaybına neden olabilir. İshal durumunda suyun bağırsaklardan emilimi gerçekleşmeyebilir ya da vücut sıvıları tutamaz ki bu, bebeğin hızlı şekilde su kaybedebileceği anlamına gelmektedir.

Sıvı tüketimini ya da emmeyi reddetme: Bebekler; elinde, ayağında ve ağzındaki bir hastalık, pamukçuk ve boğaz ağrısı nedeniyle ya da diş çıkardıkları için sıvı tüketmeyi reddedebilir. Burun tıkanıklığı ya da soğuk algınlığı da bebeğin sıvı tüketimini zorlaştırabilir.

Tedavi

Bebeklerde dehidrasyon belirtileri görüldüğünde doktora başvurulması gerekir. Bununla birlikte dehidrasyon genellikle evde tedavi edilmektedir. 

Doktorlar, dehidrasyon durumunda bebeğe bol miktarda anne sütü ya da bebek formülü verilmesini tavsiye etmektedir. Daha az miktarda sütün daha sık aralıklarla verilmesi de dehidrasyonun giderilmesine yardımcı olabilir. Bebeğin formülle beslenmesi durumunda formülün sulandırılması, su kaybını önlemez. Formülle ya da ek gıdalarla beslenen bebeklere daha fazla su verilebilir. Doktorlar, başta ishal ya da kusma kaynaklı dehidrasyon olmak üzere su kaybı durumunda, bebeklere meyve suyu ya da gazlı içecekler verilmesini tavsiye etmez. 

Dehidrasyon vakalarında temel yaklaşım, bebeğe bol miktarda sıvı verilmesidir. Yalnızca anne sütüyle beslenen bebeklere sıcak havalarda su verilmesine gerek olmasa da doktorlar tarafından formülle ya da ek gıdalarla beslenen bebeklere besinlerin yanında su verilmesi önerilmektedir. 


- Kabızlık

Bebeklerin kaka yapmakta zorlanması, kabızlık olarak tanımlanmaktadır. Kabızlık; ağlama, huzursuzluk, ağrı, kuru ve sert kaka, haftada 3'ten az kaka yapma, kötü kokulu gaz, iştah kaybı ve karın bölgesinde sertlik gibi belirtilerle kendisini göstermektedir.

Bebeğin bağırsak hareketleri söz konusu olduğunda genellikle normal bir sayı ya da düzen yoktur. Yetişkinlerde olduğu gibi bebeklerin de bağırsak yapıları değişiklik gösterebilmekte ve kakanın yapısı günden güne değişebilmektedir.

Olağandışı gibi görünse de çok akışkan kaka da kabızlığın işareti olabilmektedir. Akışkan kaka, kalın bağırsakta sert kakanın oluşturduğu engelden sıyrılarak akıyor olabilir. Kabızlık belirtisi olabilen bu durum, ishalden farklıdır.

Kabızlığın nedenleri

Bebek formülleri: Formülle beslenen bebekler kabızlığa daha eğilimli olabilir çünkü bebek formüllerinin sindirimi anne sütününkinden daha zor olabilir. Anne sütüyle beslenen bebeklerde kabızlık pek olası değildir. Anne sütü, bebek birkaç gün kaka yapmadığında bile yumuşak kakanın oluşmasını sağlamaktadır.

Katı gıdalara geçiş: Bu dönemde bebeklerin vücudu, yeni gıdaları nasıl kullanacağını öğrendiği için katı gıdalara geçildiğinde sıklıkla kabızlık ortaya çıkmaktadır. Lif içeriği düşük gıdalar ve yetersiz sıvı alımı da kabızlığa neden olmaktadır.

Dehidrasyon: Emzirilen bebek; pamukçuk, boğaz enfeksiyonu, soğuk algınlığı, kulak enfeksiyonu geçirdiği ya da diş çıkarttığı için sütü reddediyor ya da yaşı daha büyük olan bebek, katı gıdaların yanında yeteri kadar süt ya da su tüketmiyor olabilir. Sorun ne olursa olsun bebek yeteri kadar sıvı almıyorsa su kaybeder ve bu durum kabızlığa neden olur. 

Tıbbi bir durum ya da hastalık: Kabızlık, nadir de olsa gıda alerjisinin, botulizm gibi bir gıda zehirlenmesinin ya da metabolik bozukluk olarak bilinen emilim problemlerinin belirtisi olabilir.

Çok ender de olsa doğum kaynaklı durumlardan dolayı kabızlık ortaya çıkabilmektedir. Bu koşullar; kalın bağırsağın işlevini tam olarak yerine getirememesi (Hirschsprung Hastalığı), anüs ve rektumun uygun şekli almamış olması (anorektal bozukluk), spina bfida ve kistik fibrozdur.


Tedavi

İlerleyen kabızlığın tedavisi için doktora başvurmak gerekir. Diğer taraftan bebeğin tükettiği formülün sulandırılması, formülün doğru miktarda suyla hazırlanmaması kabızlığa yol açabilir. Bu nedenle bebek besinlerinin ambalajlarında yer alan hazırlama talimatlarına tam olarak uyulmalıdır. Bebeğin, katı gıdalara başladığında bir miktar su ya da meyve suyu tüketmesi kabızlığın giderilmesine yardımcı olabilmektedir.


- İshal

Yeni doğanların bağırsakları çok hareketlidir, bu nedenle bebeklerde ishal görülebilir. Bebeklerin yaptığı kaka, büyük ölçüde anne sütü ya da formülle beslenmeye bağlıdır. Anne sütüyle beslenen bebeklerin kakası genellikle sarı renkli, yumuşak ya da sıvıdır. Anne sütüyle beslenen bebekler bazen emzirme sırasında ya da emzirmeden hemen sonra kaka yapar. Bu durum, bebeğin midesinin dolu olmasından kaynaklanmaktadır. Tüm sindirim borusu, sütün bağırsak hareketini tetiklemesiyle uyarılır. Formülle beslenen bebekler ise genellikle günde bir kez kaka yapar ve bu kaka oldukça katıdır.

Ara sıra görülen sıvı kaka normaldir. Bebeğin, ilk aydan sonra beslendiği sıklıkta kötü kokulu, sulu ve mukus görünümlü kaka yapması, ateş ya da kilo kaybı, ishal belirtisi olabilir ve bu durumda doktora başvurulması gerekir.

İshalin nedenleri

İshalin en yaygın nedenlerinden biri, rotavirüs adlı virüstür. Neredeyse tüm çocuklar, beş yaşına kadar bu virüse maruz kalır. Rotavirüs, bir bağırsak enfeksiyonu olan gastroenterite neden olmaktadır. Bu enfeksiyon, bağırsağın iç yüzeyine zarar verir. Hasarlı iç yüzey, sıvı sızdırır ve herhangi bir besin maddesinin bağırsaktan emilmeden geçmesine yol açar.

İshal; alerji, bebek formüllerinin doğru hazırlanmaması, soğuk algınlığı, gıda zehirlenmesi ve ender olmakla birlikte enzim yetersizliği sonucunda da ortaya çıkabilir.


Tedavi

İshal belirtilerinin hafifletilmesi ve sıvı kaybının durdurulması için bebeğe yeterli miktarda sıvı verilmesi gerekir. Anne sütünün ya da bebek formüllerinin azaltılması, ishalin önüne geçmez. Anne sütünün benzersiz bileşimi, ishale neden olan bazı mikroorganizmaların gelişmesini engelleyebilmektedir. Bebeğin beslendiği bebek formülerinin, devam formüllerinin ya da ek gıdaların bırakılması, ishali önlemez. İshal tedavisinde en önemli nokta, bebeğin bol miktarda sıvı tüketmesidir.

İshal birkaç saatten fazla sürdüğünde endişe verici olabilir ancak genellikle kendi kendine geçer. Bu durum, birkaç günden fazla sürerse doktora başvurulmalıdır.


- D Vitamini Eksikliği

D vitamini eksikliği, vücudun ihtiyaç duyduğu D vitaminini yeteri kadar alamamasıdır. Tahmin edilenden daha yaygın görülen bu eksiklik; raşitizme, osteomalaziye (kemik yumuşaması) ve osteoporoza neden olmakta ve diğer ciddi durumlar için riski arttırmaktadır.

D vitamini, sağlıklı kemikler için çok önemli olan kalsiyum ve fosforun gıdalardan emilimi de dâhil olmak üzere pek çok açıdan gereklidir. D vitamini eksikliği; hücrelerin, kemiklerin ve dişlerin büyümesi ile gelişimini ve hormonal düzeni olumsuz etkileyebilir, sinir ve bağışıklık sistemlerine zarar verebilir.

D vitamini eksikliği; yeterince güneş alınmadığında, vücut D vitamini emilimini gerçekleştiremediğinde ya da diyette yeteri kadar D vitamini bulunmadığında ortaya çıkmaktadır. Bu durum, D vitamininin vücutta emiliminin ve kullanımının azalmasından, sindirimdeki ve metabolizmadaki diğer anormalliklerden de kaynaklanabilmektedir.

D vitamini eksikliği; raşitizm, osteomalazi ve osteoporoz gibi çeşitli durum, hastalık ve bozukluklara yol açabildiğinden tedavi edilmediğinde ciddi bir sorun olabilir. D vitamini eksikliğinin yol açtığı komplikasyonlar kemik kırıkları ve sakatlıktır. Mevcut araştırmalar D vitamini eksikliğinin hipertansiyon, depresyon, multiple skleroz (MS), artrit, Tip 2 diyabet ve kalp hastalıklarının ortaya çıkması ve kanser riskinde artışla ilişkili olduğunu ortaya koymuştur.

D vitamini eksikliğinin belirtileri; kemik ağrısı, kas krampları, halsizlik ve boyda kısalmadır. Koyu tenli bireyler, kuzey iklimlerinde yaşayan insanlar, kapalı ortamlarda çalışan ve yeterince güneş ışığı alamayan bireyler ve emzirilen bebekler, D vitamini eksikliği riski altındadır. Vitamin ve minerallerin emilim bozukluğuna neden olan hastalıkları olan insanlar da D vitamini eksikliği riski ile karşı karşıyadır. Bu durum ve hastalıklar; kistik fibroz, Crohn hastalığı, karaciğer hastalığı ve gastrik bypass ameliyatı geçirme durumudur.

D vitamini eksikliği, erken teşhis edilmesi durumunda genellikle başarılı bir şekilde tedavi edilebilmektedir. Tedavi, D vitamini takviyesi ve diyette yer alan D vitaminin arttırılmasıyla yapılmaktadır. 

D vitamini, yağda çözünen bir vitamindir ve başlıca kaynağı olan güneş ışınını alan cilt tarafından üretilmektedir. Diğer taraftan süt, karaciğer, yumurta ve balıklar da D vitamini içermektedir.

D vitamini eksikliğinde bebek besinlerinin rolü

Bebek besinleri üreticileri, D vitamini açısından zengin sebze ve meyveler ile tahıllardan, 6-24 aylık bebeklerin ihtiyaçlarını karşılayacak mikrobesin ögeleri içeren kalorisi yoğun ek gıdalar üretmektedir. Bu gıdalar, yaşamın ilerleyen yıllarında ciddi problemlere neden olabilen D vitamini eksikliğinin önüne geçilmesi açısından önem taşımaktadır.

- K vitamini Eksikliği

K vitamini, kanın pıhtılaşma mekanizmasında önemli bir rol oynamaktadır. K vitamini eksikliği durumunda, kendiliğinden ortaya çıkan yara ve kanamalar görülebilir. Yeni doğan bebeklerin çok azı (yaklaşık 10.000'de 1'i), K vitamini eksikliğine bağlı kanama (VKDB) geçirmektedir. Bu bebeklerin vücudunda yeteri kadar K vitamini bulunmamaktadır. VKBD vakalarının yaklaşık yarısı, ilk haftanın ardından ortaya çıkmaktadır. Geç başlayan kanamada, iç kanama olasılığı artar. İç kanamalar daha zor saptanır ve çok ciddi olabilir. Geç başlayan VKBD vakaları çok enderdir. Bu vakaların çoğunda bebekler beyin kanaması geçirir ve ne yazık ki bu bebeklerden %50'si hayatını kaybeder. Geç başlayan VKDB, genellikle karaciğer hastalığı gibi problemleri olan, anne sütüyle beslenen bebekleri etkilemektedir. Bununla birlikte anne sütü, diğer faydalarının yanı sıra iyi bir K vitamini kaynağıdır. Kolostrum, K vitamini açısından oldukça zengindir. Olgun süt, yüksek oranda yağ içermektedir ve bebekler, bu sütten bol miktarda K vitamini alabilir. Bebeği anne sütüyle olabildiğince fazla beslemek, mümkün olan en yüksek doğal K vitaminini sağlayacaktır. Ancak anne sütüyle beslenen bebekler, formülle beslenen bebeklere göre VKBD'ye daha yatkındır. Bunun nedeni formüllerin, anne sütünde bulunandan daha fazla K vitamini ile desteklenmesidir. Ancak bu durum, bebeğin anne sütüyle mi yoksa formülle mi besleneceğine dair karar vermek için yeterli değildir.

Doktorlar, bebeğin K vitamini düzeyinin düşük olması durumunda doğumdan sonra enjeksiyonla ya da ağız yoluyla K vitamini verilmesini önerebilir. Sadece yüksek risk taşıyan bebeklere K vitamini verilmektedir. Bunlar; sezaryenle veya prematüre doğan, doğum sırasında yaralanan, doğumda nefes alma güçlüğü yaşayan, karaciğer sorunları olan ya da zayıf bebekler ve gebelik sürecinde ilaç kullanan annelerin bebekleridir. Bununla birlikte VKDB'ye maruz kalan bebeklerin yaklaşık üçte biri, bu sınıflardan hiçbirine girmemektedir.

K vitamini eksikliğinde bebek besinlerinin rolü

Bebek besinleri üreticileri; inek sütüne, hassas miktarlarda çok sayıda biyoaktif madde ekleyerek anne sütüne en yakın beslenme profillerine sahip ürünler üretmektedir. Ancak K vitamininde olduğu anne sütünün yeterli besin ögelerini sağlayamadığı durumlarda ekstra besin ögesi içeren besinlere ihtiyaç duyulmaktadır. Bebek besinleri endüstrisinin sunduğu bu ürünlerden bazıları, K vitamini miktarı arttırılmış formülleri kapsamaktadır. Yüksek K vitamini içeriğine sahip bu besinler, ender de olsa ölümlere neden olabilen K vitamini eksikliğinin ve buna bağlı kanama riskinin azaltılmasına yardımcı olmaktadır.